23 Aralık 2012 Pazar

Godot’yu Bekliyorum Gözlerim Kapalı


Dünya tarihinin en aceleye getirilmemesi gereken kitabını aceleyle okudum bitirdim geçenlerde: Godot’yu Beklerken. Her daim okunacaklar listesinin en üstlerinde olup bir türlü okuyamadıklarımdan.


Aceleyle iki günde bitiriverdim Godot’yu, sonra da pişman oldum bu yaptığıma. Bitirince önce muhteşem bir şey okumuş olduğumu fark ettim, ama muhteşemliği neresindeydi pek de çözemedim zira hepi topu beş karakterin olduğu, çoğu zaman karakterlerin ne dediklerini bile anlamadığım bir tiyatroydu okuduğum. Semboller öyle karışıktı ki, en azından benim için, ne düşünsem, karakterlere, diyaloglara ne anlam yüklesem o yöne kayıyordu oyun. İlk defa bu kadar karmaşık bir sembolizmle karşılaşmıştım, beynim karma karışık imgelemlerle dolup taşıyordu.

Baştan başlamak gerek anlatmaya yoksa yine karma karışık olacak her şey.

Vladimir ve Estragon, namı diğer bekleyenler. Oyun boyunca Vladimir ve Estragon’un iki gün boyunca Godot’yu beklemelerine şahit oluyoruz. Sadece bir ağacın olduğu bomboş bir arazide(Mekansızlığı mı simgeliyor bu?) bir türlü gelmek bilmeyen Godot’yu beklerler. Neden? Çünkü Godot bir nevi kurtuluştur onlar için, cevapları onlara verebilecek, onları bu hayattan çekip kurtarabilecek olandır. Peki Vladimir ve Estragon limdir aslında, neyi sembolize ederler? Birinin habire çizmesiyle, diğerinin de şapkasıyla oynayıp durmasının bir anlamı var mıdır? Vardır elbet ama ben pek çıkamadım işin içinden. Açıkçası ilk aklıma gelen toplumun farklı kesimlerini, eğitimli ve eğitimsiz diyebiliriz kısaca, anlattığı. Bu farklı kesimleri simgeleyen iki kişi aynı amaç uğruna, birlikte Godot’yu bekliyorlar. Godot öyle biri ki toplumun farklı kesimleri için aynı şeyi ifade ediyor, kurtuluşu simgeliyor. Kitap üzerine başka eleştiri ya da yazılar okumadığımdan ne kadar haklıyım bilmiyorum. Beckett kesinlikle bunu anlatmak istememiş de olabilir tabi, bu sadece bende oluşan ilk izlenim diyeyim.

Diğer iki karakter de Pozzo ve Lucky. Bu kısma hiç girmek istemiyorum zira hiçbir halt anlamadım bu ikisinden. Sadece Vladimir ve Estragon’un beklemeleri boyunca kafalarını meşgul ediyorlar ki bu da bana hayatta sürekli gerçekleşmesini umduğumuz(hani olur ya bazen, bir şeyleri sürekli erteleriz hayatta, şu olsun ondan sonra yaparız, bu bitsin ondan sonra gideriz, Godot gelsin ondan sonra yaşamaya devam ederiz, gibi) şeyleri beklerken yaptığımız anlamsız hareketleri anımsattı, aslında bir şey yapmadığımızı, boş boş beklerken hayatımızı tükettiğimizi, ne beklediğimiz şeyi elde edebildiğimizi ne de onu beklediğimiz sırada başka bir şeyi başarabildiğimizi.

Son olarak da çocuk. Çocuklar için umuttur, gelecektir, derler ya; oyunda da aynen böyle. Nereden çıktığını anlamadığımız bir velet iki günün sonunda da beliriyor ve Godot’nun o gün gelemediğini ertesi gün mutlaka geleceğini müjdeliyor Vladimir ve Estragon’a. O ikisi de, el mahkum, beklemeye devam ediyorlar o gün, bir sonraki gün, bir sonraki gün, bir sonraki gün… Godot’nun geleceği umudunu kaybetmiyorlar asla çünkü Godot onlara haber göndermiş, o gün gelemeyeceğini fakat ertesi gün mutlaka ama mutlaka geleceğini söylemiştir, öyleyse gelecektir Godot, neden gelmesin, “Geleceğim.” demiştir bir kere.

Gelelim Godot’ya… Kim ola bu iki zavallıyı zamansız, mekansız bir yerde bekleten, bekletip de bir türlü gelmeyen? Ya da ne olan? Beckett cevabı söylemese de zamansızlık ve mekansızlıkla bir ipucu veriyor aslında cevaba dair. Oyunda zamanda dair hiçbir şey anlaşılmıyor. Gece oluyor, günler geçiyor ama insanlık tarihinin hangi dönemi olduğuna dair bir fikir yok. Bana zaman konusunda ipucu veren tek şey Lucky’nin Pozzo’nun kölesi olmasıydı ki sayfalar ilerledikçe bunun aslında öyle bir kölelik olmadığını, çok daha farklı anlamlara gelebileceğini fark ettim; böylece bu teori de çöpe gitti. Mekansızlık için de durum aynı: Sadece bir ağacın olduğu bir düzlük. Her yer olabilir bu, hemen evinizin arkasındaki araziden tutun da dünyanın bir ucundaki adını bile pek çok insanın bilmediği bir ülkenin pek de kalabalık olmayan başkentinin hemen sınırlarına her yer mümkün. Godot’nun kim ya da ne olduğuna dair belirsizliği daha da güçlendiriyor tüm bunlar ve olasılıkları daha da artırıyor elbette. Bu bağlamda Godot’ya giydirilebilecek neredeyse her kalıp mümkün. Godot gelecektir de diyebiliriz, asla gelmeyen güzel gelecek, Godot Tanrı’dır da. Bu tamamen okuyanın algısına, dünya görüşüne kalıyor artık, her şey yakıştırılabilir Godot’ya. Fakat inkar edilemeyecek bir şey de var ki, Godot bir de boşuna bekleyişlerimizin simgesidir, hayatımızı boşa geçirdiğimizi anlamanın en güzel yoludur. Godot’nun geleceğine dair umut her daim vardır ve biz de bu umuda kanıp beklemeye, beklerken de hiçbir şey yapmamaya, hiçbir şey yaratmamaya devam ederiz. Bu umudu bazen biz veririz kendi kendimize, bazen de küçük bir “çocuk” müjdeler bize. Nasıl olursa olsun umut her zaman vardır, her zaman oradadır, felç edici umut. Umut bizi daha hiçbir şeyin bitmediği yanılgısına sürükler ve biz bu bitmeyen şeyleri bekleyedururken bir bakarız ki kendi hayatlarımız bitmiş.

Umut, insanoğlunun acı çekmeye devam etmesinin yegane nedenidir.

“Gidelim.”
“Gidemeyiz.”
“Neden?”
“Godot’yu bekliyoruz.”
“Doğru.”



Erymnys


Resimler, farklı Godot oyunlarından, hiçbiri Türkiye'den değil. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aklınızda ne varsa ortaya dökmekte sakınca görmeyiniz. Şu an sınırları içinde bulunmakta olduğunuz blogda Düşünce Özgürlüğü hakimdir.